Y A Ğ M U R

YAĞMUR
       Yağmurlu bir güne uyandım bu sabah. Uzunca bir süre kalkmaya canım istemedi yataktan. Tembellikten ya da uykusuzluktan değil de hani yağmurun verdiği tatlı bir miskinlik vardır ya; sabah uykusu bir başkadır yağmurlu havalarda. Ağırdır, uyudukca uyumak istersin. Yağmurun terapi gibi bir etkisi vardır özellikle de sabah saatlerinde. Hiç birşey düşünmez, sadece uyumak istersin.

       Antalya'nın en sevdiğim yanı belki de çokca yağan yağmurlarıdır sonbaharda. Kısacık bir ilkbaharın ardından upuzun bir yazı olur ve ardından yine sonbahar. Kış hiç yaşanmaz Antalya'da. Ben Antalya'nın hiç gelmeyen kışını ve sonbaharını severim. Ben hiç kar sevmem mesela, hatta nefret bile ederim. Kara basamam, ürperirim. Ama yağmur öyle mi yaa? Ayağım da ıslansa, saçlarım da bozulsa, makyajım da aksa yağmuru bir başka severim. Yağmur hayattır, arınmaktır, koca bir şehrin ya da koca bir dağın yıkanmasıdır. 

       Bugün çok yağmur yağdı. Sokağa bile çıkamadım. Sabah yürüyüşümü de yapamadım. Ama olsun şangur şungur yağan bir yağmurum vardı geçen yaz günlerine inat. Güzel bir çay demledim. Sofra kurdum camın önündeki masaya reçel, peynir filan. Çocukluğumdaki gibi olsun istedim nedense bu sabah radyoyu açtım ne gelirse dinlemek üzre. Yağmurlu havalarda radyo dinlemenin keyfini iyi bilenlerdenim. Tek kanal, tek düğme.. 

       Epey bir çocukluğuma indim bu sabah. Annem çalışan bir kadındı, babamı ben dört yaşımdayken kaybetmiş ve anneannemin evinde oldukça kalabalık bir nüfus hep birlikte yaşıyorduk. İki katlı evimiz, bahçede bir ıhlamur ağacımız ve kocaman pembe pembe açan tokmak güllerimiz vardı. Benim ilkokula başladığım yıl kardeşime bakacak biri olmadığından, anneannem kardeşimi alıp henüz yeni ataması olmuş teyzelerimden biri ile Çorum'a gitmişti. Diğer teyzem de annem gibi çalışıyordu. En küçük teyzem ise benden sadece dört yaş büyük olduğundan henüz ilkokul beşinci sınıf öğrencisi idi. Ben sabahçıydım, teyzem ise öğlenciydi. Dolayısıyla okuldan eve geldiğimde yalnız kalıyor, radyo dinliyordum. Düzenli bir dinleyici olmuştum artık önüme ne çıkarsa. O yüzdendir belki daha o yıllarda caz, opera, senfoni, şarkı, türkü, kitap, tiyatro herşeyden bir fikrim vardı. Radyoda her gün düzenli kitap saatleri vardı. Radyo tiyatroları olurdu. Yazarlar, şairler, müzisyenler konuşurdu. Şimdiki gibi magazin olmazdı radyoda. Annem öğle arası işten eve geliyor sobaya odun atıyor, yemeğimi hazırlıyor, demlediği çayı sobanın üzerine bırakıp gidiyordu. Kırmızı bir battaniyem vardı eski Türk filmlerindekilerin aynından kırmızı üzerine pembe çizgili. Babamın battaniyesi idi. Sobada odun azalınca altına girer otururdum camın önündeki sedirin üzerinde. Çoğu zaman erken kalkmış olmanın yorgunluğu ve yağmurun rehaveti, radyodaki hafif müziğin etkisi ile uyuyakalırdım. Bir de çaydanlık mutlaka olurdu sobanın üzerinde cızır cızır ses çıkartırdı. Oda hava karardıkça loş olur, sobadan tavana vuran közün aksi, yağmurda komşunun bahçesindeki yağ tenekesinden saksılara damlacıkların düşüş sesi inanılmaz bir uyum oluştururdu miskinliğim ile. 


       Bugün yine aynını yaşayıvereyim dedim işte pencerenin önüne kurduğum kahvaltı ve radyodaki müzik ile. Yağmur vardı, müzik vardı, çay vardı, reçel vardı, komşunun bahçesinden gelen teneke sesi bile vardı yağmur damlacıklarından ama soba yoktu, soğuk yoktu, kırmızı battaniye yoktu. Meğer kış ayı soba ayı demekmiş. Soba olmayınca odun çıtırtısı, çaydanlık cızırtısı da olmazmış.


       Bir de o kız çocuğu yoktu. O yağmurdan sonra elektrik direğine konup ötecek olan kara kargayı bekleyen..

     Seda ATALAY









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...