YA HAYALLER DE BİTERSE |
İlkokula başlamam ile birlikte hayal dünyam da büyümeye başlamıştı. O güne kadar dinlediğim masalları gerçek hayatta keşfetmeyi öğreniyordum. Öyle ya zaten çocukların dünyası masalların ta kendisi değil midir? Okulumuz büyük bir alan üzerine inşa edilmiş iki katlı beton bir bina idi. Derslik sayısı on bilemediniz on iki kadar olmasına rağmen sınıflarımız oldukça büyüktü. Her yıl okulların açıldığı ilk hafta öğretmenimiz bizi ikişerli sıra yapıp evine götürürdü. Büyük bir bahçesi vardı öğretmenimizin. Bahçesi envai çeşit çiçekler ile doluydu. Hepimizin kucağına birer saksı çiçek verir, okulumuza dönerdik. Bir tek bizim sınıfımızın pencere önleri çiçek saksıları ile süslü dururdu. Sınıflar kocaman kömür sobaları ile ısıtılırdı. Okulda hiç üşüdüğümü hatırlamam. Müstahdemler ders arası bile demeden içeri girer sıkça beslerdi sobaları odun ve kömür ile. Eskiden kar daha çok yağardı. Şimdi küresel ısınma diye bir moda var. Artık yirmi santimi bulunca kar kalınlığı, okullar filan tatil ediliyor. Oysa biz dizimize kadar kara bata çıka giderdik okullarımıza. Kar tatili diye birşey duyulmamış, görülmemişti o yıllarda.
Okulumuzun arka tarafına bakardı sınıfların çoğunluğu. Arka bahçesinin ilerisinde resmi bina vardı. Binanın okulumuzdan tarafında ve yan tarafında ise yaşlı gürgen ve meşe ağaçları yaşıyordu. Ağaçlar çok sık aralıklıydı. Karşıdan bakıldığında karanlıktı araları. Boyları ise bütün binaları geçmişti. Biraz berisinde ekmek büfelerinin büyüklüğünde terk edilmiş bir beton odacık vardı. Duvarında ise Ecevit'in yırtılmış posteri yıllarca kaldı. Ecevit için hani hep fakir deyimi vardır ya, ben de o küçük odacığın Ecevit'in evi olduğunu zanneder acırdım. Kırk elli ağacın olduğu o yere bizim yalnız gitmemiz yasaktı. Annem hep başımıza birşey gelebileceğini söylerdi. Bir gün teyzeme ;
-"Orası Kırmızı Şapkalı Kızın büyükannesinin yaşadığı orman mı yoksa?"
diye sorduğumda. Teyzem hiç düşünmeden evet dercesine başını sallamıştı. O günden itibaren dersleri dinlemeye kendimi veremiyor, Kırmızı Şapkalı Kızın ağacın birinin arkasından çıkmasını bekliyordum. Onu gördüğüm anda büyükannesi zannettiği kişinin aslında Yaşlı Kurt olduğunu söyleyecektim. Bir de kargalar vardı ağaçların dallarında. Kar yağması durduğunda daldan dala uçuşur, çirkin çirkin bağırırlardı. Bütün dikkatim öten kargaların konduğu ağaçların altlarındaydı. Öyle ya karganın gagasında beyaz peynir varsa ve kurnaz tilki kargayı kandırıp şarkı söyletiyorsa..
Karar vermiştim: Bir gün büyüdüğümde cebime bir sürü taşlar dolduracaktim ve o ormana mutlaka gidecektim. Çünkü orada olan biten herşeyi önceden biliyordum. Tedbirli davranarak Kırmızı Başlıklı Kızı bulabilir, uyarabilirdim. Hansel ve Grater'i de bulup kötü kalpli cadının çikolata, gofret ve bisküviden yapılma evinin yolunu sorabilirdim. Cebimde nasılsa bir sürü taş olacaktı. Taşlar ile kendimi korurdum. Evin duvarlarından büyük bir parça koparabilirsem eğer, Ecevit gile de birazını götürebilirdim. Çünkü onlar çok fakirdi. Çikolata, bisküvi alacak paraları olsaydı zaten bir divanın bile zor sığabileceği bir yerde yaşamazlardı.
En unutulmaz hikayeler kuşkusuz çocukluk anılarıdır. Ben çocukluğumu hep hayali kahramanlarla süsledim. Dünyamı kimsenin kirletmesine asla izin vermedim. Hayat o kadar acımasız, gerçekler o kadar ruhsuz ki bir çocuğun hayal dünyasındaki gibi kötülere veremiyoruz çoğu zaman dersini. Kötülerin sayısı ise o kadar çok ki dükkan yapma uğruna yıkıveriyorlar koca koca yıllanmış ağaçları. Park yapmak adına çimen ekip, bank koyup oturup çekirdek çitlemek için kesiveriyorlar hayalleri, anıları, doğanın damarını..
En çok korktuğum şey şimdi: Ya hayaller de biterse...
En çok korktuğum şey şimdi: Ya hayaller de biterse...
Seda ATALAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder