HAYAT SORULARI

   
 "Hayat, siz başka planlar yaparken olanlardır" diyor John Lennon bir şarkısında.


    İyi yaşamak, iyi işlerle meşgul olmak ve iyi şeylere sahip olmak için çabalar dururuz. Çoğumuz bunları yapabilmek için iyi okullara giderek hazırlar planlarını. Bazen sırf bunun için önceden belli bir para bile edinir, koyar ortaya. Oysa hayatın planları, sizinki ile çakışmaz çoğu zaman. Kendinizi koyduğunuz yerde ararken, hiç ummadığınız yerde kaybolma ihtimaliniz yüksektir. Bir de herkesin kendine has doğruları vardır. Bazen başkalarının doğruları ile bir tutmaz sizin doğrularınız. Eğer biraz da olsa farklılığınız varsa çevrenizde, kabul görmeniz zor olabilir. 

     Çokça tanıdım böyle insanları. Hepsi de asıl çevrelerinden adeta sıyrılmış, kaçarcasına gelivermiş şimdiki hayatlarına. O insanlar önceden, nereden bilsinlerdi ki böylesinin çok daha zor olabileceğini! Belki de zor olanı aşmaktı asıl mesele. Çok kadınlar tanıdım, saçları süpürge olmuş. Elleri çatlak, topuğu nasır, dip boyası geçmiş, sırtı çökmüş. Hani derler ya " güçlü kadın yoktur, güçlü olmak zorunda kalmış kadın vardır" diye. Hah işte öyle kadınlar benim bahsettiğim. Koca parası ile süslenenlerin, kendi parasıyla süslenenlere sürdüğü beş liralık bir ruju bile çok gördüğü. Hayatın kolayına kaçmamış kadınlar..

     İki üniversite bitirmiş bir kadın tanıdım; apartman merdivenleri silmeye gidiyordu. Dört tane yabancı dil bilen kadın tanıdım; pazarcı tezgahında tezgahtar. Ailesi varlıklı kadın tanıdım; otogar tuvaletlerinin temizlik sorumlusu. Birçok kadın tanıdım; olması gereken yerlerin bir hayli uzağında. Sıcacık evlerinde otururken, hiçbir şey kendi başına gelmez sanıyor bazıları. Oysa hayat, en çok kendisini güvende zannedenleri vuruyor. Yaşamak, nefes alıp vermekle ilgili birşey kanımca. Oysa hayat, yaşarken başına gelenler ile mücadeledir. 

     Bundan altı yedi yıl önceydi. Hayatımın en ağır kısmını geçmiş, kör topal ilerlemeye çalışıyordum. Yine planlar yapma yanılgısına düştüğüm bir anda tokat yemiş gibi işimden olmuştum. Aslında beklemediğim birşey de değildi hani. Sadece bitsin artık diye dualarım vardı. Bitmemişti işte. Daha nefes alıp vermelerim olacaktı hayat dediğim yolda. Banka hesabıma yatırılıverilen son maaşımla, bir maaş tazminatım bitivermişti kira, faturalar ve acil ihtiyaç harcamaları ile. Önümüz kıştı. Yeni bir iş olmazsa üşüyecektik, aç kalacaktık. Belki de ev sahibi ile aramız açılacak, açıkta kalacaktık. Tam da bayram öncesi olacak şey değildi bu işten çıkarılıvermeler ama işveren de çift yevmiye vermekten kaçınıyordu işte.

     Bayram sabahı, bir şeylerin idrakına varamamış çocuğum ne çok sevinmişti son param ile aldığım bayramlıklarına. Onun gözlerindeki mutluluk besinimdi adeta. Kurban bayramıydı. Oturduğum apartmanın giriş katındaki bir dairedeydim. Benimle birlikte altı hane yaşıyordu aynı binada. Komşulardan üç tanesi birer koç kesti sırasıyla. Kesim işleri penceremin altında gerçekleşmişti. Etler satır ile parçalanıyor, yukarı kattaki dairelerine çıkartılıyordu kocaman kaplarla. Ardından balkonda mangal yakmalar, et pişirmeler kaçınılmazdı. Bütün binaların yanmış et kokusu, mangal isi sarmıştı etrafı. Pencereleri kapattım. Yine de içeriye girmeleri zorluyordu keskin bir koku. Sonra yandaki et kesememiş komşu çocuğunun sesi duyuldu. Acıkmış, canı köfte çekmiş huysuzluk ediyordu. O çocuktu da benim çocuğum değil miydi? Benim çocuğumun canı çekmiyor muydu duyduğu kokuları? Hiç param yoktu. Yemekte ise makarna! Zora düşüren Allah, dermanını da yazmıştır elbet; yeter ki yazılan sayfayı farket. Ölüm yoktu ya sonunda. Vardı benim de yüksek limitli kredi kartım. Makarnaları geri boşalttım tencereye ve o gün bir kurban bayramında banka kredisi ile et alıp yedirdim çocuğuma!..

     İnsanoğlu hep yoklukla, hastalıkla, çile ile sınandığını zanneder çoğu zaman. Oysa bazılarımıza ummadığımız yerden gelir HAYAT SORULARI. Kimi zaman olanın cevap anahtarı, olmayandadır. Dünyanın en güzel duasıdır derim hep"Allah Razı Olsun" duanız kabul olsun.

   Seda ATALAY




KADER ARKADAŞIM

   
 Bazen çok büyük fırtınalara gebedir insan. Küçük bir kağıt parçası, bir içi boş naylon poşet ya da dalından kopmuş kuru bir yaprak gibi savrulur durursun oraya buraya. Amaçsızca alınıp verilir her nefes. Sanki bütün dünya sana karşıdır. Herkes sana zarar vermek için bir araya özellikle gelmiş, seni yıpratıyor gibidir. Amaçların kalmadığı gibi umudundan da yoksun kalmışsındır. Seni çekip alacak bir el, yolunu açacak bir ses, bir tebessüm, dostça bir merhaba kalmamıştır. İşte öyle bir günde evimin girişindeki verandada oturmuş uzaklara,  çok uzaklara dalıp gitmiştim. Kollarımda ve bacaklarımda hiç derman kalmadığını hatırlıyorum. 

     İşten yeni gelmiş, daha evimin kapısını bile açmamış; kapımın önündeki verandada duran eski bir koltuğun üzerine vücudumu adeta yığıvermiştim. Tam karşımda, portakal bahçelerinin ilerisinde kaderi benimkine benzer tepesi açık bir dağ vardı. Tepesi açıktı; çünkü birkaç sene önce cam şişe parçalarının güneş ile flörtü sonucunda bir yangın çıkmış ve itfaiye ile belde halkının çabasıyla söndürülmüştü. Yamaçlarında sıkça ağaçlar vardı. Oysa tam zirvesinde kayalar ve topraklar hüzünlü bir siyahi çıplaklıkla tam karşımda bakışıyorduk.

     Aslında birkaç kez yakından da tanışmıştık kader yoldaşımla. Komşularımla kekik toplamaya ya da piknik bahanesi ile çıkmıştım tepesine, taa en sivri zirvesine. Oradan kendi oturduğum evi, termosla götürdüğüm çayı yudumlarken seyretmiş;  verandamda oturduğum eski kanepedeki kendime selam göndermiştim. Karşıdan bakınca görülmez ama define avcılarının defalarca tecavüze uğrattığı bir dağın tepesinden kendi yaşantıma bakmak, onca doğal güzelliğe rağmen hüzün verici idi. Zaten o günden sonra da zirvedeki çıplak kayalıkların feryatları benim, benim sessiz çığlıklarım da onun aks-i sedası olmuştu.

     Yorgunluk muydu benim öyle yığılıverilişim bilmiyorum. Eğer bu yorgunluksa; gün boyu çalışmış olmamdan mıydı, yoksa düşüncelerim mi yormuştu onu da bilmiyorum. Dağ ile sessiz konuşmalarımızı, bakışmalarımızı telefonumun zil sesi dağıtmıştı. İsteksizce çantama uzandım. Tek hamlede telefonumu buldum. Hiç tanımadığım bir numara idi. Kimseyle konuşacak gücüm yoktu o an. Ama yine de belki jandarma tarafından aranıyorumdur, önemlidir düşüncesi ile bastım yeşil renkli tuşa. Karşımdaki bir erkek sesi idi. Adım ile hitab ediyor, samimi bir tavırla hal hatır soruyordu. Kendisini de tanıtmıştı tabiki. Beni araması aklıma gelebilecek belki de en son kişiydi. Hiç konuşasım yoktu. O ise bana ulaştığı için sevinçli ve benim de sevinmem gerekiyormuşçasına heyecanlı bir tavır içindeydi. Son günlerde bana o kadar çok soru sorulmuştu ki artık "nasılsın" denmesine bile tahammülüm kalmamıştı. Numaramı kimden, ne şekilde bulduğundan bahsediyordu. Ses tonu sanki dünyanın en önemli meselesini anlatır gibi heyecanlıydı. Evet, hıhı, tabiki, teşekkürler gibi sözlerin ötesine gidemiyordum. Etrafı ile küsenlerin kelime dağarcığı körelirmiş, bunu anladım. İster istemez sohbet gerçekleşmeyince karşılıklı iyi günler dileyip telefonu kapattık. Çok terlemiş olmam ya da üzerime başıma sinekler konuyor olması bile umurumda değil bir şekilde oturmama devam ettim. Telefon elimde aynen kapattığım şekilde duruyordu. Sanırım beş on dakika filan geçmişti ki yine bir zil sesi ile irkildim. Arayan yine aynı numara idi. Parmağım nasılsa halen tuşların üzerindeydi, hemen basıverdim. Tekrar aradığı ve rahatsızlık verdiği için özür dileyerek başladı sözlerine. Sesimdeki sakinlik ve konuşmalarımdaki durgunluk dikkatini çekmiş, kafasını kurcalamış bu sebeple tekrar aramıştı. Önceleri bazı sorunlarım olduğunu ve keyfim olmadığı bahanesi ile kapatmak istedim telefonu. Ama sorunumun ne olduğunu öğrenme konusunda hayli ısrarlıydı. Gerçekten konuşmak istemiyordum. Son günlerde yaşadıklarım sanki vücudumdaki bütün sinirlerimi uyuşturmuş, beni sakin ve halsiz biri yapmıştı. Aynı şeyleri jandarmaya, savcıya, komşulara, işverenlerime ve meraklılara anlatmak bana yaşadıklarımı her defasında tekrar yaşatıyordu. 

-"Yangın geçirdim. Büyük, taşınması zor olan eşyalarım dışında herşeyim yandı. Anılarım, müzik arşivim, kitaplarım, fotoğraflarım, giysilerim, ayakkabılarım, çarşaflarım, sofra bezim, mutfaktaki mercimeğim, unum, şekerim, biriktirdiğim birkaç kuruşum, birkaç altın takı, banyodaki lifim, aklına gelebilecek herşeyim yandı" dedim. 

     Kısa bir sessizlik oldu. Belli ki beklemediği bir açıklama idi benimkisi. Ne diyeceğini bilemez şekilde nefes alıp veriyordu. Ses tonunu alçaltarak, çok sakin bir şekilde;

-"Üzülme! Giden gitmiş, olan olmuş artık. Herşeyin en yenisine, iyisine sahip olursun Allah'ın izni ile. Şimdi ben Cuma akşamı için otobüste yer ayırtacağım. Cumartesi yanında olurum. Olan biteni uzun uzun konuşur, bundan sonrası için birlikte çözüm ararız. Şimdi telefonu kapatıyorum. Bir iki saat içinde tekrar arayacağım. Mutlaka birşeyler ye ve dinlen" dedi ve kapattı.

     Son günlerde o kadar çok telkin ve nasihat dinlemiştim ki konuşma benim için çok fazla şey ifade etmemişti. 

NOT:"Çifte Kavrulmuş Küçük Renkli Lokumlar" adlı çalışmamdan..

   Seda ATALAY




SÖZ VERİYORUM ALLAH'IM


   

 Telefon şakasından takriben iki ya da üç ay kadar sonraydı. Yine bir  pazar günü Neslihan bize geldi. Çay demlemek için kalktım.

-''Otur'' dedi. ''Söyleyeceklerim var.''

Sanırım çok ciddi bir şeydi.  Sürekli gözlerini benden kaçırıyor,  kekeliyordu. Neslihan konuşuyor, ben dinliyordum. Ne anlatıyordu? Anlattıklarının bizimle alakası neydi?  Sanki olay kahramanları tanıdık gibiydi ama bir türlü kimlerdi çıkaramıyordum. Ben diyordu, sen diyordu, Ali diyordu. Ben ve Neslihan'sa, Ali'nin ne alakası vardı. Yok eğer ben ve Ali ise,  Neslihan'ın ne alakası vardı!  Yoksa Neslihan ve Ali miydi? Yok...  yok...  olamaz öyle bir şey.  Henüz daha tanışmadılar bile.  Ama Neslihan, nişan diyor. Yüzük diyor. Dünürlük diyor.

-''Git'' dedim '' git Neslihan''.

    Henüz  söyleyeceği başka şeyler de vardı belli.  Tepkime hazırlıklı görünüyordu. Hiçbir şey söylemedi.  Bir kaç dakika daha oturdu, öylece yüzüme baktı.  Gözlerimi, gözlerinden ayırmadım.  Söyleyecek bir şey yoktu. Oturduğu bir kaç dakika yıllar gibi gelmişti Neslihan'a farkındaydım.  Bağırıp çağırmamı, hatta kendine vurmamı bekliyor gibiydi. Öylece baktım yüzüne. Ölülere bağırılmaz... vurulmaz ki!..   

     Sanırım bazı şeylerin sonundayım. Peki  şimdi ne olacak?Hayallerimdeki küpür gelinlik ne olacak? Yumurta topuk, üstten bağcıklı beyaz İtalyan ayakkabıları şimdi Neslihan mı giyecek? Annemin para ile ördürttüğü danteller, işlettiği kanaviçeler ne olacak? Kim kullanacak? Ya benim her bir nakışında kurduğum hayallerim, kendi el emeklerim sandıkta mı kalacak? Onlar sararır zamanla. Şeytan işer benek benek. Oysa ben çok emek verdim onlara. Neslihan mı alacak? O mu kullanacak bilemedim şimdi. Ben hiç başka bir erkeği düşünmedim ki bugüne kadar. Başka bir erkek için hayal kurmadım ki!.. Bu saatten sonra Ali'den başkası için gelinlik giyersem bu bir ihanet olmaz mı? Ali için hayaller kurarak işlediğim nakışları başka bir erkeğin yatağına serer isem, ona ayıp olmaz mı?   Peki bundan böyle arkadaşıma gidiyorum diye evden çıkıp kiminle buluşacağım? Kimin için süsleneceğim? Herkes artık bana zavallı gözü ile bakacak. Arkamdan konuşacaklar. Kimbilir kimler gülecek halime. Ne kadar çok soru sorulur şimdi bana. Ya ben kendime sorular sorarsam! Nasıl cevaplarım ben sorularımı? Şimdiye kadar takıldığım herşeyde Neslihan vardı hayatımda. 

     Şimdi ne olacak? Başıma korkunç bir ağrı saplandı. Sanki içini birileri oyuyor. Sanki fareler kemiriyor. Sanki erimiş de yere akıyor. Uyanmak istiyorum en çok şu an. Ne kadar kötü bir kabusun içindeyim. Olmayacak şeyler işittim en yakın arkadaşımdan. Bu kesinlikle kabus olmalı en zayıf noktamdan vuran. Evet evet bir kabus. Yoksa Neslihan nereden bilsin benim sevgilimi. Ona bahsetmiş olsam da henüz tanıştırmadım bile. Evet bu kesinlikle kötü bir kabus olmalı. Üzerim açık mı uydum acaba! Yoksa sofradan kalkınca elimi yıkamadan tuvalete mi gittim ki görüyorum bunları. 

     Söz veriyorum Allah'ım bunların hiçbiri bir daha olmayacak. Söz veriyorum Allah'ım lütfen uyandır beni ve bu bir uyarı de. Söz veriyorum Allah'ım!..

NOT: Kızartma Tadında İhanetler kitabımdan..

   Seda ATALAY






KAVUN KOKULU KADIN

   
Kavun Kokulu Kadın

"Sevmek, illaki sevdiğinin yanında olmak değildir" demiş şair. "Sevmek, sevgini yaşamaktır."
   
   Ben de sevdiğim kadına gittim dün akşam. O ilk aşık olduğum, ilk erkekliğimi yaşadığım, ilk göz ağrım, büyük oğlumun annesi kadınıma gittim. Yine çok güzeldi biliyor musun? O her hali ile güzel. Değerini bildiğim ama değerini veremediğim kadınım. Sanki ayrı iken bir başka seviyorum onu. Yoksa tekrar tekrar aşık olmak mı geliyor içimden? Dönüyorum, dolaşıyorum yine o! 

   Uçları fırfırlı etek giymiş.Üzerinde yakası kapalı askılı bir bluz. İkisi de siyah aynen saçları gibi. Saçları siyah diyorum ama boya.  Hiç boyamazsa ne olur sanki! Ben boyalı saçlı kadınları severim. Ben saçını tarayan kadınları severim. Ben dudağını boyayan kadınları severim. O da boyamış dudağını kırmızıya. Evde oğlum da vardı biliyor musun? Oğlum. Torunumun babası. İlk babalığımın meyvesi.

    Ha bir de giderken ona kavun götürdüm. Gülme çocuk gülme. O en çok kavun sever. Ona ben zamanında ne hediyeler aldım biliyor musun? Pahalı hediyeler, ucuz hediyeler. Hepsini çok sevdi. Ona çok çiçek alıp götürmüşlüğüm vardır benim. Hem de öyle başkaları gibi poşet içlerine saklayarak, gazete kağıtlarına sararak değil; öyle aşikare herkese karşı kapısını çalmışlığım çok olmuştur elimde çiçekle. En pahalı orkideden, en ucuz begonvile kadar çeşit çeşit. Ama her nedense kavun götürdüğümde sevindi hep. Kavunu gördüğünde bir başka gülümsedi yüzüme. Ben de işte dün akşam o gülümsemeyi görmek istedim. Suç mu? Kavun kokulu kadınıma gittim.

    Aldı kavunu elimden, mutfağa geçti.  Ben de peşinden. Sonra oğlum geldi. Bir "hoşgeldin" dedi, gitti. Masanın başına oturdum. O, kavunu poşetten çıkarttı. Çok sevindi be çocuk. Sanki ilk kez yiyecekmiş gibiydi. Evet, belki de ilk kez yiyecekti bu mevsim. Henüz çok yeni çıktı. Manavlarda satılıyor. Daha pazara düşmedi belki ondan. Dışını suya tuttu. Tepsi gibi bir kaba oturttu. Önce tepesini kesti. Kemirdi kavununu dişi ile kabuğuna kadar. Beni oracıkta unuttu sanki. Ben yoktum. Öyle rahattı, öyle rahattı ki hareketleri.. Sonra ortadan ikiye böldü. Bir yarısını jelatinleyip dolaba kaldırdı. Öbür yarısını dilimledi ve tabağa dizip getirdi masaya. Başladı teker teker yemeye. O kavunu öyle güzel yiyişi vardı ki sırf onu izleyebilmek için ben yemedim. Sırf onu daha uzun seyredebilmek için bir iki dilim fazladan yesin diye ben yemedim.

    Biliyor musun çocuk? Ben onun suyu dirseğine aşağı aka aka kavun yiyişine bile aşık oldum. Sorma bana aşk nedir diye bir daha. "Aşk, başkalarının sıradan gördüğü şeylere hayranlık duymaktır!.."

   Seda ATALAY

İŞTE ÖYLE BİRŞEY

 
İŞTE ÖYLE BİRŞEY

   Hani bir duygu vardır; ortalık ne siyahtır, ne de beyaz. Üstelik gri olduğundan bile emin değilsindir. Acı bir kızıllık da hakimdir yüreğinde. Ağlamazsın ama gülmek için bir sebebin de yoktur. Sırtın pek, karnın da toktur ama eksik olan şeylerin de çoktur. Eksiğini hissedersin, isim veremezsin bir türlü.


      Mecburdur seven herkes sevdiğine. Ama mecbur tutamazsın. 


    Boşa doldurursun dolmaz.   Dolusu da bir türlü almaz. Dolu olan tarafına bakarsın sevinemezsin. Boş olanına üzülmeye takat bulamazsın kendinde. Yoklara karşı itaatkarsındır. Varların ise flu. Eksiksindir işte. Birilerine eksik, kendine eksik, hayata eksik. Kolların güçsüz gelir bazen, ellerini kullanamazsın. Başın ağırdır boynuna, omuzların çökük. Boğazında düğümlenir soluğun da öksürmek sanki boşadır. Ağlarsın bazen için için, gözyaşların seni akmaya değmez bulur. Tutuşursun; alevler kor, korlar alev alev kül olur da sönmezsin. 

     Sırtın oyulur adeta. Bir bıçak ararsın, bir bıçak izi. Bulamazsın... Kalbin yanar cayır cayır. Ne bir duman, ne bir alev vardır. Söndüremezsin...

     İhanet desen ihanettir ama sanki hak gibidir. Ses edemezsin. Kızamazsın pek tabiki ama kırılırsın. Ama onu bile dile getirmeyi kendinde hak görmezsin. Susarsın.. Susarsın.. Sen sustukça bilmezsin sanılır ama bildiklerin dudak kıvrımlarındaki acı tebessüm ile karışır. 

     En çok da çemkirmeyi sever bu ihanet edenler. Yeri göğü inletirler de duymazsın. İlkinde sen de çığlıklar atarsın elbet. Sonraları asıl çığlıkların sessizlikle olduğunu anlarsın. Susarsın kimi erdeminden, kimi takatsizliğinden. Sustukça güçlendin sanılır. Ama en çok o zaman yığılmışsındır. Sustukça acıların bitti sanılır. En çok da o zaman acır yüreğin. Çünkü yanarken acımaz tenin, yanarken sızlamaz yaraların. Öfkelerin ağır gelir acına. Belki kaybettiklerine acımazsın da kaybettiklerin acıtmıştır seni ona ağlarsın. 

     Fırtınalar... İnsanları bir ağaç dalı, bir kopmuş yaprak, uçuşan bir kağıt parçası, eski bir poşet gibi savuran fırtınalar. Ne gri bulutları götürdüler, ne bahar dallarının çiçeklerine meyve verdiler. Yüreklere acı biber tohumları ektiler. Yüreklerdeki sevgiyi böldüler. Güldeki yaprakları uçururken, külleri yeniden kor ettiler. 

  Yaşananlar koymaz insana hiçbir zaman. Asıl ağır gelen yaşanmışlıkların telafisizliğidir. Zamandır telafisi olmayan, çalınan zaman. Geri gelmeyecek olan yitirilen her an. Ölümden gayrısı hep yalan. 

     Hani bir yağmur yağar da bazen. Hani gök gürler ya arkasından. Hani şimşekler çakar peşinden. Benimkisi de İŞTE ÖYLE BİRŞEY..

   Seda ATALAY


     

     

ULAŞILMAZA ÖZLEMDİR AŞK

     


 Bazı evler vardır manzarası sokak ya da cadde olan. Pencereden bakınca bağ, bahçe, dağ yerine sokaktan geçenler görünür. Eğer o pencere önünde oturan birileri varsa her daim  sevgi de vardır derim hep. Birileri, birilerini bekler ya da bekletir. 


       Beklemek aşktır çoğu zaman. Aşk, özlemdir. Özlem, sevgi. Sevgi, vefa. Vefa, emek...


   Genellikle sevilmeye ihtiyaç duyduğumuzu zannederiz. Oysa insanın en çok eksiği sevmektir. Sevmeyi bilmeyenler, sevilmekten ne anlar!

       Sevgiyi sorguluyordu kara gözlü kadın. Kendinden gidenin gidiş sebebini... Suçluyordu onu. Oysa kendisinin hataları da çok fazlaydı. Okşanmak, tatlı sözler dinlemek, sıcak çorbaya birlikte kaşık sallamaktı ona göre aşk. Oysa aşkta okşanmak da vardır, okşamak da bilmeliydi. 

     Kara gözlü kadın gizlice seyrediyordu pencerenin dış tarafından içeriyi. Bu sefer dışarıda olan kendisiydi. Oysa çok beklemişti bir zamanlar sevdiğini pencere önlerinde. Adam kalktı ayağa. Sarı saçlı kadın belirdi birdenbire. Yaklaştı, adama sarıldı. Öptü göğsünden bir kaç defa.  Kara gözlü kadın irkildi... Utandı... Kıskandı... Avuç içleri acımaya başladı. Beyninden ateşler fışkırıyor, kalbi bir dışarı fırlıyor bir içeri giriyordu. Gözleri buğulanmıştı.

-"O benim erkeğim" dedi. " Oysa ben daha hiç göğsünden öpmedim."

     Sarı saçlı kadın ona göre ahlaksız olmalıydı. Erkeğinin göğsünden öpmemiş olmak kendisini çok mu çekici hala getirmişti sanki!.. Erkek de sevilmek istemişti aslında. Sevilmeyi istemiş olmak, sevmiyor olmak demek değildi. 

-"Beni meğer hiç sevmemiş."

dedi kadın gözleri nemli nemli evine dönerken. Sevilmedeğinden emin, sevmediğinden bihaber. O günden sonra kimse sevmedi adamı. Çünkü vefa yoktu artık. Sevgi yoktu ki vefa olsun. Vefanın olmadığı yerde zaten emek hiç olmazdı. Herkes sevdi zannetti kadını!

       Peki özlemek nedendi şimdi durup dururken?

       İnsan özleyince mi aşık olurdu; Yoksa aşık olduğunu mu özlerdi?

  Artık beklemeyecekti kara gözlü kadın. Aşktan vazgeçti. Beklemekten ve aşktan vazgeçince aşk biter miydi? Aşk bitince, özlemler de bitecek miydi? 

      Sorular, soruları kovalıyordu beyninde. Aslında çok iyi bildiği ama bilmediğinden haberdar bile olmadığı zamanlar vardı önünde yaşanacak. Cesareti kırılmıştı yarına dair. Oysa birkaç saat öncesine kadar umutları vardı. Biliyordu; umutlar her zaman güvenlidir insanın düşünde. Düşlerden uyanma vaktiydi artık. Çok üzülmüştü kaybettiği duygularından ötürü. Çünkü biliyordu artık; 

     Ulaşılmaza özlemdir aşk!

     Seda ATALAY



       


      











       

AŞK

     
İnsanoğlunun en güzel süsüdür AŞK..!
       
AŞK
     Aşık olan her kadın ve erkek gençtir. Yaşı kaç olursa olsun aşk insanı gençleştirir birden. Cildi berraklaşır. Saçları canlanır. Gözleri parıldar. Kulağı aşk kelebeğinin şarkıları ile dolar. Kalbinde çiçekler açar. Midesinde sevinçler taklalar atar. Adamlar, sabahları ıslık çalarak uyanır. Kadınlar, çiçekli elbiseler giyer. Bir de bakmışsınız doğa bile en fosforlu renkleri ile coşmuş.

    Mitolojinin en eski hikayesidir Adem ile Havva. Adem, Tanrı'nın yarattığı ilk insandır. Ona "Adam" demiş ve kainatın en güzel yerini vermiştir. Sınırsız güzellikteki ve zenginlikteki cennet adı verilen yerde kalabilmesinin tek şartı kendini nefsinden korumasıdır. Havva, Adem'in nefsidir. Cazibeli, güzel ve akıllı olan Havva; Adem'e eştir. 

       Şeytan, kırmızılar içindeki bir kadındır..!

       Havva'nın kırmızı bir elbisesi hiç olmuş mudur bilinmez ama kıpkırmızı bir elması olduğu söylenir. Kırmızı aşktır, ihtirastır, gençliktir, danstır, kahkahadır, cesarettir. İşte bu yüzdendir ki aşkın rengi kırmızıdır derim hep..!

         Kırmızı nazar boncuğudur AŞK..!

       Kem gözlere inat vardır hep. Çoğu zaman ulaşılmaz olsa bile kalplerde yemyeşil bir murattır. Sen hiç kırmızılar içinde bir yeşil gördün mü? Aşkta umut arama sakın. Umut, gökyüzünde, denizlerdeki martı sesindedir. Oysa aşk, kahve telvelerindeki umutsuz bekleyiştir. 

       
     Umutsuzluğa inat mavilerde yürüyordu kara gözlü adam. Gözlerinin karasına inat yeşildi bakışları. Mavi bulutlar karardığında gelecekti kara gözlü, yeşil bakışlı kadın. Gözler aynı, bakışlar aynıydı aşkın büyüsünde muratları. Bir erkek ve bir kadın tan yeri kırmızılığında yeşil çizgiye birlikte bakarken dua edeceklerdi aşklarının sonsuzluğuna dair. 

     Kara bulutlar dağıldığında gökyüzü yanmaya başladı adeta. Adamın gözleri bir kızıllıkta, bir kızılı yaran yollardaydı. Ilık bir rüzgar okşuyordu tenini. Beyaz gömleğinin yakası açıktı bir kaç düğme filan. Kalbi yerinden fırlayıp geri giriyordu. Gömleğinin açık yakasından görünen boynundaki cevşene takıldı parmakları. Sıkıca tuttu. Dua etmekten çoktan vazgeçmişti aslında eski aşklarına dair. Hem ne olacaksa olsundu, hem de illaki olsundu. Yüreği sivri bir ok ile delinmişti artık. Kapanması beyaz elbiseli, yeşil bakışlı, kara gözlü kırmızı kadına mahsustu. Derindi nefesi; alıyor ama veremiyordu. 

       Ölüm ayırana dek değil, ölümün sonsuzluğuna dairdir AŞK..!

       Bir başkasının kalbini, kalbinde taşımaktır AŞK..!

       En derin yaralarına bile kafa tutmaktır AŞK..!

    İşte adam da böyle yaptı. Kafa tuttu geçmişindeki tüm kırgınlıklarına. Afetti, af diledi kalbinden. Artık kadınının kalbini taşıyacaktı göğsünde. Çiçekler yağıyordu gökyüzünden; kırmızı gelincikler, beyaz papatyalar. Seni seviyorum diye bağırıyordu adam, seni seviyorum. Cebinden çıkardı, saçtı yıldızları etrafa; geceden topladığı. 

       "Seven her erkek bir dünya kurarmış kadınına" dedi kadın adama bakarak. Bana dünyamı kurar mısın?

   Seda ATALAY



       

Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...