KADER ARKADAŞIM

   
 Bazen çok büyük fırtınalara gebedir insan. Küçük bir kağıt parçası, bir içi boş naylon poşet ya da dalından kopmuş kuru bir yaprak gibi savrulur durursun oraya buraya. Amaçsızca alınıp verilir her nefes. Sanki bütün dünya sana karşıdır. Herkes sana zarar vermek için bir araya özellikle gelmiş, seni yıpratıyor gibidir. Amaçların kalmadığı gibi umudundan da yoksun kalmışsındır. Seni çekip alacak bir el, yolunu açacak bir ses, bir tebessüm, dostça bir merhaba kalmamıştır. İşte öyle bir günde evimin girişindeki verandada oturmuş uzaklara,  çok uzaklara dalıp gitmiştim. Kollarımda ve bacaklarımda hiç derman kalmadığını hatırlıyorum. 

     İşten yeni gelmiş, daha evimin kapısını bile açmamış; kapımın önündeki verandada duran eski bir koltuğun üzerine vücudumu adeta yığıvermiştim. Tam karşımda, portakal bahçelerinin ilerisinde kaderi benimkine benzer tepesi açık bir dağ vardı. Tepesi açıktı; çünkü birkaç sene önce cam şişe parçalarının güneş ile flörtü sonucunda bir yangın çıkmış ve itfaiye ile belde halkının çabasıyla söndürülmüştü. Yamaçlarında sıkça ağaçlar vardı. Oysa tam zirvesinde kayalar ve topraklar hüzünlü bir siyahi çıplaklıkla tam karşımda bakışıyorduk.

     Aslında birkaç kez yakından da tanışmıştık kader yoldaşımla. Komşularımla kekik toplamaya ya da piknik bahanesi ile çıkmıştım tepesine, taa en sivri zirvesine. Oradan kendi oturduğum evi, termosla götürdüğüm çayı yudumlarken seyretmiş;  verandamda oturduğum eski kanepedeki kendime selam göndermiştim. Karşıdan bakınca görülmez ama define avcılarının defalarca tecavüze uğrattığı bir dağın tepesinden kendi yaşantıma bakmak, onca doğal güzelliğe rağmen hüzün verici idi. Zaten o günden sonra da zirvedeki çıplak kayalıkların feryatları benim, benim sessiz çığlıklarım da onun aks-i sedası olmuştu.

     Yorgunluk muydu benim öyle yığılıverilişim bilmiyorum. Eğer bu yorgunluksa; gün boyu çalışmış olmamdan mıydı, yoksa düşüncelerim mi yormuştu onu da bilmiyorum. Dağ ile sessiz konuşmalarımızı, bakışmalarımızı telefonumun zil sesi dağıtmıştı. İsteksizce çantama uzandım. Tek hamlede telefonumu buldum. Hiç tanımadığım bir numara idi. Kimseyle konuşacak gücüm yoktu o an. Ama yine de belki jandarma tarafından aranıyorumdur, önemlidir düşüncesi ile bastım yeşil renkli tuşa. Karşımdaki bir erkek sesi idi. Adım ile hitab ediyor, samimi bir tavırla hal hatır soruyordu. Kendisini de tanıtmıştı tabiki. Beni araması aklıma gelebilecek belki de en son kişiydi. Hiç konuşasım yoktu. O ise bana ulaştığı için sevinçli ve benim de sevinmem gerekiyormuşçasına heyecanlı bir tavır içindeydi. Son günlerde bana o kadar çok soru sorulmuştu ki artık "nasılsın" denmesine bile tahammülüm kalmamıştı. Numaramı kimden, ne şekilde bulduğundan bahsediyordu. Ses tonu sanki dünyanın en önemli meselesini anlatır gibi heyecanlıydı. Evet, hıhı, tabiki, teşekkürler gibi sözlerin ötesine gidemiyordum. Etrafı ile küsenlerin kelime dağarcığı körelirmiş, bunu anladım. İster istemez sohbet gerçekleşmeyince karşılıklı iyi günler dileyip telefonu kapattık. Çok terlemiş olmam ya da üzerime başıma sinekler konuyor olması bile umurumda değil bir şekilde oturmama devam ettim. Telefon elimde aynen kapattığım şekilde duruyordu. Sanırım beş on dakika filan geçmişti ki yine bir zil sesi ile irkildim. Arayan yine aynı numara idi. Parmağım nasılsa halen tuşların üzerindeydi, hemen basıverdim. Tekrar aradığı ve rahatsızlık verdiği için özür dileyerek başladı sözlerine. Sesimdeki sakinlik ve konuşmalarımdaki durgunluk dikkatini çekmiş, kafasını kurcalamış bu sebeple tekrar aramıştı. Önceleri bazı sorunlarım olduğunu ve keyfim olmadığı bahanesi ile kapatmak istedim telefonu. Ama sorunumun ne olduğunu öğrenme konusunda hayli ısrarlıydı. Gerçekten konuşmak istemiyordum. Son günlerde yaşadıklarım sanki vücudumdaki bütün sinirlerimi uyuşturmuş, beni sakin ve halsiz biri yapmıştı. Aynı şeyleri jandarmaya, savcıya, komşulara, işverenlerime ve meraklılara anlatmak bana yaşadıklarımı her defasında tekrar yaşatıyordu. 

-"Yangın geçirdim. Büyük, taşınması zor olan eşyalarım dışında herşeyim yandı. Anılarım, müzik arşivim, kitaplarım, fotoğraflarım, giysilerim, ayakkabılarım, çarşaflarım, sofra bezim, mutfaktaki mercimeğim, unum, şekerim, biriktirdiğim birkaç kuruşum, birkaç altın takı, banyodaki lifim, aklına gelebilecek herşeyim yandı" dedim. 

     Kısa bir sessizlik oldu. Belli ki beklemediği bir açıklama idi benimkisi. Ne diyeceğini bilemez şekilde nefes alıp veriyordu. Ses tonunu alçaltarak, çok sakin bir şekilde;

-"Üzülme! Giden gitmiş, olan olmuş artık. Herşeyin en yenisine, iyisine sahip olursun Allah'ın izni ile. Şimdi ben Cuma akşamı için otobüste yer ayırtacağım. Cumartesi yanında olurum. Olan biteni uzun uzun konuşur, bundan sonrası için birlikte çözüm ararız. Şimdi telefonu kapatıyorum. Bir iki saat içinde tekrar arayacağım. Mutlaka birşeyler ye ve dinlen" dedi ve kapattı.

     Son günlerde o kadar çok telkin ve nasihat dinlemiştim ki konuşma benim için çok fazla şey ifade etmemişti. 

NOT:"Çifte Kavrulmuş Küçük Renkli Lokumlar" adlı çalışmamdan..

   Seda ATALAY




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...