BOĞULUYORSUN

     Ben hep söylemez miyim; futbol takımı tutar gibi siyasi parti peşinden koşmayın. Ama  sözüm dinlenmez saçım uzun diye. Ne aşıklarım oldu gözlerimden gözlerini çekemeyen; hepsi yalanlarında kayboldu. Şimdi bu kadar antremanlı iken ben; bir siyasi parti, siyasi iktidar ile kanki oldu diye mi yıkılacağım? Sanki önerge mecliste kabul olsaydı, gerektiği gibi gelişecekti süreç.! Ne çabuk unutuldu faili meçhullar; Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Gaffar Okkan vs. 
     Bir futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmayınız lütfen. Kırılıyorsunuz.. 
             BOĞULUYORSUN
     Benim asıl anlamakta zorlandığım ise artık bu yüzü eskimiş, astarından medet umanlardan ne bekliyor sunuz? Evinin çöpünü kağıt, pet ambalaj, cam ve organik çöpler olarak ayrıştırmadan yoksun aklı ham vatandaşımı birileri o, bu, şu diye ayrıştırıvermiş. İnsanlar dolabıma kaç aydır et girmiyor, kilosu üç liradan erik alamıyorum, bayramda mahallenin çocuğuna harçlık veremeyeceğim için evde yok numarası yapıyorum demekten yoksun. Ama komşusunun mezhebini pek bir bilir olmuş. 
     Bir de Türk silahlı kuvvetlerinin savaştığını zanneden beyni uyuşmaktan gelişememişler var. Koca koca tanklarla sınırlara gidilmiş, askeri uçaklarla hava harekatı yapılmış mış mış mış. Sadece "mış". Aklı koruma altındaki vatandaşım benim; sınırda terörist mi kaldı? Kandil'de terörist mi kaldı? Hepsi girdi içimize. Yanı başımızda. Bizimle aynı mahallede, hatta aynı apartmanda. Sen nereyi bombalı yorsun? Karşında kim var? Hem vakti zamanında cumhurbaşkanın, başbakanken demedi mi " dağdaki teröristi, dağdan indireceğim." diye. Al sana istemediğin kadar terörist. Hepsi elinin altında, dizinin dibinde. Seç beğen; hizbullah, pkk, ışıd ne istersen.! Esat'a savaş açmışız..! Bak bak bak.. Esat, evinde karısının koynunda uyuyor mışıl mışıl; sen Suriye'ye bomba atıyorsun, sonra karşıya geçip oradan buraya başka bir bomba atıyorsun. Yoruluyorsun.. Tek başına çift kale tenis oynanmaz. Bunu görüyorsun ama muhatab bulamıyorsun. 
     Ey yünü kırkılmış halkım; Ege'deki ot bitmez kayalıklar için kafa tutan etekli iktidar kadar bile olamayanlara mı bugün sitem ediyorsun? İp kopmuşsa yenisiyle değiştir. Keza düğümler de fayda etmiyor, çözülüveriyor, çözüvereni oluyor.
     Hani şöyle her gün bana bakıyorsun ve umursamaz gibi görüyorsun ya; sen vatan, millet, sakarya derken ben sana gülüyorum ya; çok gereksiz gürültüler çıkartıyorsun. Millette, Sakarya'da vatan ile birlikte denizin dibinde. Boğuluyorsun...

    Seda ATALAY

DEVLETE NE GEREK

     Bir şeyler ters gidiyor diyorum kendi kendime, kendim dinliyorum. Ne güzel de büyütüldük oysa; yalansız, dürüst, dobra. Hep olması gerekenleri öğrendik, hiç bir şey yolunda gitmedi. Halbuki olanlarla, olması gerekenler farklıydı. 
     Hani bir Nasrettin Hoca fıkrası vardır:  Hoca fıkranın sonunda;

   DEVLETE NE GEREK
-"Hırsızın bunda hiç mi suçu yok?" der.

     Maalesef benim yaşadığım dünyada hırsızların da, haydutların da, tecavüzcülerin de, yalancıların da vs. hiç suçu yok.! Sesli olarak kınama cezası çoğu zaman yeterli olabiliyor. Her zaman için mağdur kişi tedbirsizlikle suçlanırken; asıl tedbir alması gereken kurumlar ise yasal bir dayanak olmadığını söylüyor. Mağdur hele ki kadınsa çoğu kere aldırış bile edilmiyor. Ülkenin başbakanı, cumhurbaşkanı;

-"Olur mu böyle şey yahu?" diyor da;
-"Olmaz böyle şey, yasal düzenlemeler yapıp düzeltelim." demiyor.!

     Yıl 1997 sonları, eşim çek defterlerimi, olan para ve altınları alıp kayıplara kaybolmuş. İlk başvurulması gereken polistir diye düşündüm.  Aldığım cevap;

-"18'ini geçmiş koskoca adam, almış başını gitmiş. Hem karı-koca arasında hırsızlık olmaz."

    O günlerde böyle bir cevabı garipsemiş olsam da artık şimdilerde alışkanlık oldu. İnsanlar öldürülüyor; orada ne işi varmış, o kıyafetle orada olunur muymuş, illaki tahrik edici davranışı olmuştur, kız başına cık cık cık.. Kadınlar tecavüze uğruyor; evlendiriverin namusu temizlensin, nikahta keramet vardır... Çocuklar dilendiriliyor; aileleri sahip çıksaymış, yok efendim ya gerçekten fakirlerse... Boşanan kadın bağlattırdığı nafakasını bile alabilmek için mahkeme mahkeme koşmak zorunda kalıyor. 
     Merak ediyorum; devlet ne iş yapıyor? İki yılda emekli olabilen milletvekilleri, kendi menfaatlerini öne çıkaran yasalardan başka ne konuşuyor? Eli silahlı teröristler sokakta cirit atıyor, polis-jandarma yakalamak için adam kesmelerini bekliyor.
     Geçtiğimiz haftalarda bir arkadaşım ergenlik yaşlarındaki çocuğunun telefonunda tesadüfen 45 yaşlarında bir adamla yazışmalarını görüyor. Adamla facebookta tanışan çocuk, muhabbete whatsappta devam etmiş. Adam çocukla göya amca yeğen tavrıyla konuşmuş. Arkadaşım önce adamı arayıp ilk sinirini kustuktan sonra, şikayetçi olmak adına polise gidiyor. Yazışmaları okuyan polisin verdiği cevap;

-"Eee ne var bunda? Taciz etmemiş, cinsel içerikli konuşmamış." oluyor.

     Hiç düşünülmüyor ki; 45 yaşındaki adam, 13 yaşındaki bir çocukla ne konuşur.! Tacizci midir? Çocuk pornocusu mudur? Organ mafyası mıdır? vs... Arkadaşım tedbir olsun diye şimdilik çocuğunun elinden akıllı telefonunu almış, interneti kapattırmış olsa da; yarin bir gün okullar açıldığında çocuğun internetten araştırma yapması gerekebilecek, sosyal ortamlarda daha çok bulunabileceği için tehlike kaçınılmaz olabilecek. 
     Peki ne yapmalıyız?
     Yıllar önce Samsun-Bafra'da tanıştığım bir mafya lideri;

-"Yeğenim; bizim sizler gibi vatandaşlarla işimiz olmaz. Kabul kötüyüzdür, günahımız çoktur belki ama yasalar polisin ve jandarmanın halkı koruyabileceği şekillerde düzenlenmemiştir. İşte bu durumda devreye MAFYA girer." demişti.

     Kötü bildiğimiz mafya, polisten ve jandarmadan daha etkili bir şekilde can güvenliğimizi sağlayacaksa; devlete ne gerek? Üstelikte su testisi su yolunda kırılıyorsa..! 

     Seda ATALAY




ALAN VEREN GAVUR OLSUN

ALAN VEREN GAVUR OLSUN
     İnanmak ya da inandırmak için neden yemine ihtiyaç duyarız? Güvenmek ya da güvenilmek neden bu kadar zor? 
     Komşular mahalle arasında toplanmış çay içiyorlar. Aralarından yaşlıca bir kadın hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor. Konuştuğu şeylerden bir onay alamamış olacak ki cümle sonlarına "vallaha billaha" ekliyor. Diğerleri yine de susuyor.
     Çocuklar sokakta oynuyorlar. İçlerinden biri bir konuda gayet iddialı, diğer çocuklar "yemin et" diyorlar. Çocuk "ekmek musaf çarpsın ki" diyor. Hepsi sus pus oluyor.
     Bir genç kız sevdiği erkeğin sevgisinden şüphe etmiş "beni seviyorsan Kur-an'a el bas" diyor. Genç adam Kur-an'a el basıp kızı ikna ediyor. 
     Adamın birinin mahkemede şahitliği gerekiyor. Adama önce şerefi üzerine yemin ettiriliyor. Mahkeme celbini gönderip, adamın şahitliğine başvuran mahkemenin kendisi oysa..!
     Oy verip meclise soktuğumuz milletvekillerinin yemin törenini eleştiriyoruz her defasında. Güvenmedi isek neden meclise getiriyoruz?
     Yeminler edildiğinde akan sular duruluyor sanki. Güven telkin ediliyor her iki tarafa da. Oysa bozulan, deformasyona uğrayan onca yeminli sözler nerede?
     Bir doktor cinsiyetinden, inancından, ırkından, siyasi görüşünden dolayı hastayı muayene ya da tedavi etmiyor. Nerede HİPOGRAT yemini?
     Bir kadın ya da erkek, hastalıkta ya da sağlıkta, zenginlikte ya da yoksullukta eşinin yanında olmaktan vazgeçebilecek ise neden nikahta memurun sözlerine EVET diyor.
     Bir arkadaş, diğer arkadaşına sırrını verdikten sonra "kimseye söyleme ha" demeyi gerekli görüyorsa bunun neresi dostluk?
     Bir asker düşmana silah temin etmişse, hangi yemin kurtarır..
     
     Henüz 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Sokakta oynarken komşu çocuklarından yaramaz bir oğlanın çelme takması sonucu düştüm. Yüzüm kaldırımın kenarına çarpmış; ön üst iki dişim ters V olacak şekilde kırılmıştı. Aradan bir kaç gün geçmişti. Düşmeme sebep olan çocuk yanıma geldi ve bana uzun bir boru verdi. Sanırım kendisini bana borçlu hissetmişti. Özür mahiyetinde bana hediye veriyordu. O boruya sahip olan diğer çocuklar, kağıttan ince külahlar yapıp borunun içine sokuyorlar ve üflüyorlardı. Zevkli bir oyundu ve artık benim de bir borum olmuştu. Külah yapmasını bilmediğimden bir kaç gün boyunca sadece elimde gezdirerek arkadaşlarıma atmıştım havamı. Ancak attığım bu hava sadece bir kaç gün sürmüştü. Çünkü sokağımızdaki benden yaşça büyükçe bir başka oğlan çocuğu bakmak için elimden almış ve "alan veren gavur olsun" diyerek kaçmıştı. Artık o boru onundu. Geri alamazdım. Çünkü gavur olurdum. Evde huysuzluklar yapıp, büyükleri üzüyordum ki borumu onlar isteyiversinler, onlar gavur olsunlar düşüncesindeydim. Neyse anneannem gavur olmayı göze almış ve çocuktan borumu istemişti. Yıllarca bundan dolayı anneanneme acıdığımı ve suçluluk hissettiğimi anımsıyorum.
     Bir kaç sene önceydi. Yabancı yapım bir film izliyordum. Filmde bir mahkeme sahnesi vardı. Zanlı ifadesi alınmak üzere kürsüye getirildi. Yemin etmesi için önüne bir İncil konuldu. Zanlı, yargıça dönerek yemin etmeyi red etti. Çünkü dini inançları yoktu. Film boyunca o sahneyi düşünmekten kendimi alamadığımı anımsıyorum. 
     Güven kazanmak ya da güvenebilmek için yeminlere ihtiyaç duyuyor isek yeminlere inanmayanlara nasıl güveneceğiz? Şu da bir gerçek ki bir çok defa ihanete uğramış ya da hayatı çok ağır şekilde öğrenmiş insanların inanacağı hiç bir yemin yoktur..

     Seda ATALAY


BİR EVİM OLSUN

BİR EVİM OLSUN
         Bir evim olsun bahçeli. Kırlarda olsun okul kitaplarındaki gibi. Denize hem yakın, hem uzak olsun. Deniz hem ürkütmesin, hem de özletmesin kendini. Önünde, ardında bahçesi olsun. Çiçekler ekeyim kah bahçeye, kah bahçe duvarının üzerine dizelediğim saksılara. Rengarenk sardunyalarım olsun. En sevdiğim çiçeklerdir SARDUNYAlar. Duvarın kenarında, bahçe kapısının üzerinde hanımeli koksun baharda. Sonra mutlaka bir çardak olsun bahçemde; dostlarımla altında çay içebileyim. Bir kaç meyve ağacım olsun bahçenin yola yakın yerlerinde. Gelen geçen uzansın dallarına, onlarla selamlaşayım bahanesiyle. Arka bahçemde fasulye yetiştireyim, biraz bamya, marul, maydanoz filan. Komşularım olsun biraz uzak, biraz yakın. Hastalandığımda çorba yapıp getirsinler, iri taneli ev tarhanası. Ben de onlara bahçemdeki ıhlamur ağacından, ıhlamur vereyim; her yıl gelenek olsun. Dostlarım olsun, akıllarına estikçe gelen..

       Bir sevgilim olsun; beni seven, her gün özleyen, her gün gelen. Beni şaşırtsın, hep farklı saatlerde gelsin. Ama hep dondurma getirsin yaz-kış. Bir evim olsun; mutfağı hep taze yapılmış reçel koksun... Çok birşey mi bu?
              Seda ATALAY               






Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...