HAYAT SORULARI

   
 "Hayat, siz başka planlar yaparken olanlardır" diyor John Lennon bir şarkısında.


    İyi yaşamak, iyi işlerle meşgul olmak ve iyi şeylere sahip olmak için çabalar dururuz. Çoğumuz bunları yapabilmek için iyi okullara giderek hazırlar planlarını. Bazen sırf bunun için önceden belli bir para bile edinir, koyar ortaya. Oysa hayatın planları, sizinki ile çakışmaz çoğu zaman. Kendinizi koyduğunuz yerde ararken, hiç ummadığınız yerde kaybolma ihtimaliniz yüksektir. Bir de herkesin kendine has doğruları vardır. Bazen başkalarının doğruları ile bir tutmaz sizin doğrularınız. Eğer biraz da olsa farklılığınız varsa çevrenizde, kabul görmeniz zor olabilir. 

     Çokça tanıdım böyle insanları. Hepsi de asıl çevrelerinden adeta sıyrılmış, kaçarcasına gelivermiş şimdiki hayatlarına. O insanlar önceden, nereden bilsinlerdi ki böylesinin çok daha zor olabileceğini! Belki de zor olanı aşmaktı asıl mesele. Çok kadınlar tanıdım, saçları süpürge olmuş. Elleri çatlak, topuğu nasır, dip boyası geçmiş, sırtı çökmüş. Hani derler ya " güçlü kadın yoktur, güçlü olmak zorunda kalmış kadın vardır" diye. Hah işte öyle kadınlar benim bahsettiğim. Koca parası ile süslenenlerin, kendi parasıyla süslenenlere sürdüğü beş liralık bir ruju bile çok gördüğü. Hayatın kolayına kaçmamış kadınlar..

     İki üniversite bitirmiş bir kadın tanıdım; apartman merdivenleri silmeye gidiyordu. Dört tane yabancı dil bilen kadın tanıdım; pazarcı tezgahında tezgahtar. Ailesi varlıklı kadın tanıdım; otogar tuvaletlerinin temizlik sorumlusu. Birçok kadın tanıdım; olması gereken yerlerin bir hayli uzağında. Sıcacık evlerinde otururken, hiçbir şey kendi başına gelmez sanıyor bazıları. Oysa hayat, en çok kendisini güvende zannedenleri vuruyor. Yaşamak, nefes alıp vermekle ilgili birşey kanımca. Oysa hayat, yaşarken başına gelenler ile mücadeledir. 

     Bundan altı yedi yıl önceydi. Hayatımın en ağır kısmını geçmiş, kör topal ilerlemeye çalışıyordum. Yine planlar yapma yanılgısına düştüğüm bir anda tokat yemiş gibi işimden olmuştum. Aslında beklemediğim birşey de değildi hani. Sadece bitsin artık diye dualarım vardı. Bitmemişti işte. Daha nefes alıp vermelerim olacaktı hayat dediğim yolda. Banka hesabıma yatırılıverilen son maaşımla, bir maaş tazminatım bitivermişti kira, faturalar ve acil ihtiyaç harcamaları ile. Önümüz kıştı. Yeni bir iş olmazsa üşüyecektik, aç kalacaktık. Belki de ev sahibi ile aramız açılacak, açıkta kalacaktık. Tam da bayram öncesi olacak şey değildi bu işten çıkarılıvermeler ama işveren de çift yevmiye vermekten kaçınıyordu işte.

     Bayram sabahı, bir şeylerin idrakına varamamış çocuğum ne çok sevinmişti son param ile aldığım bayramlıklarına. Onun gözlerindeki mutluluk besinimdi adeta. Kurban bayramıydı. Oturduğum apartmanın giriş katındaki bir dairedeydim. Benimle birlikte altı hane yaşıyordu aynı binada. Komşulardan üç tanesi birer koç kesti sırasıyla. Kesim işleri penceremin altında gerçekleşmişti. Etler satır ile parçalanıyor, yukarı kattaki dairelerine çıkartılıyordu kocaman kaplarla. Ardından balkonda mangal yakmalar, et pişirmeler kaçınılmazdı. Bütün binaların yanmış et kokusu, mangal isi sarmıştı etrafı. Pencereleri kapattım. Yine de içeriye girmeleri zorluyordu keskin bir koku. Sonra yandaki et kesememiş komşu çocuğunun sesi duyuldu. Acıkmış, canı köfte çekmiş huysuzluk ediyordu. O çocuktu da benim çocuğum değil miydi? Benim çocuğumun canı çekmiyor muydu duyduğu kokuları? Hiç param yoktu. Yemekte ise makarna! Zora düşüren Allah, dermanını da yazmıştır elbet; yeter ki yazılan sayfayı farket. Ölüm yoktu ya sonunda. Vardı benim de yüksek limitli kredi kartım. Makarnaları geri boşalttım tencereye ve o gün bir kurban bayramında banka kredisi ile et alıp yedirdim çocuğuma!..

     İnsanoğlu hep yoklukla, hastalıkla, çile ile sınandığını zanneder çoğu zaman. Oysa bazılarımıza ummadığımız yerden gelir HAYAT SORULARI. Kimi zaman olanın cevap anahtarı, olmayandadır. Dünyanın en güzel duasıdır derim hep"Allah Razı Olsun" duanız kabul olsun.

   Seda ATALAY




KADER ARKADAŞIM

   
 Bazen çok büyük fırtınalara gebedir insan. Küçük bir kağıt parçası, bir içi boş naylon poşet ya da dalından kopmuş kuru bir yaprak gibi savrulur durursun oraya buraya. Amaçsızca alınıp verilir her nefes. Sanki bütün dünya sana karşıdır. Herkes sana zarar vermek için bir araya özellikle gelmiş, seni yıpratıyor gibidir. Amaçların kalmadığı gibi umudundan da yoksun kalmışsındır. Seni çekip alacak bir el, yolunu açacak bir ses, bir tebessüm, dostça bir merhaba kalmamıştır. İşte öyle bir günde evimin girişindeki verandada oturmuş uzaklara,  çok uzaklara dalıp gitmiştim. Kollarımda ve bacaklarımda hiç derman kalmadığını hatırlıyorum. 

     İşten yeni gelmiş, daha evimin kapısını bile açmamış; kapımın önündeki verandada duran eski bir koltuğun üzerine vücudumu adeta yığıvermiştim. Tam karşımda, portakal bahçelerinin ilerisinde kaderi benimkine benzer tepesi açık bir dağ vardı. Tepesi açıktı; çünkü birkaç sene önce cam şişe parçalarının güneş ile flörtü sonucunda bir yangın çıkmış ve itfaiye ile belde halkının çabasıyla söndürülmüştü. Yamaçlarında sıkça ağaçlar vardı. Oysa tam zirvesinde kayalar ve topraklar hüzünlü bir siyahi çıplaklıkla tam karşımda bakışıyorduk.

     Aslında birkaç kez yakından da tanışmıştık kader yoldaşımla. Komşularımla kekik toplamaya ya da piknik bahanesi ile çıkmıştım tepesine, taa en sivri zirvesine. Oradan kendi oturduğum evi, termosla götürdüğüm çayı yudumlarken seyretmiş;  verandamda oturduğum eski kanepedeki kendime selam göndermiştim. Karşıdan bakınca görülmez ama define avcılarının defalarca tecavüze uğrattığı bir dağın tepesinden kendi yaşantıma bakmak, onca doğal güzelliğe rağmen hüzün verici idi. Zaten o günden sonra da zirvedeki çıplak kayalıkların feryatları benim, benim sessiz çığlıklarım da onun aks-i sedası olmuştu.

     Yorgunluk muydu benim öyle yığılıverilişim bilmiyorum. Eğer bu yorgunluksa; gün boyu çalışmış olmamdan mıydı, yoksa düşüncelerim mi yormuştu onu da bilmiyorum. Dağ ile sessiz konuşmalarımızı, bakışmalarımızı telefonumun zil sesi dağıtmıştı. İsteksizce çantama uzandım. Tek hamlede telefonumu buldum. Hiç tanımadığım bir numara idi. Kimseyle konuşacak gücüm yoktu o an. Ama yine de belki jandarma tarafından aranıyorumdur, önemlidir düşüncesi ile bastım yeşil renkli tuşa. Karşımdaki bir erkek sesi idi. Adım ile hitab ediyor, samimi bir tavırla hal hatır soruyordu. Kendisini de tanıtmıştı tabiki. Beni araması aklıma gelebilecek belki de en son kişiydi. Hiç konuşasım yoktu. O ise bana ulaştığı için sevinçli ve benim de sevinmem gerekiyormuşçasına heyecanlı bir tavır içindeydi. Son günlerde bana o kadar çok soru sorulmuştu ki artık "nasılsın" denmesine bile tahammülüm kalmamıştı. Numaramı kimden, ne şekilde bulduğundan bahsediyordu. Ses tonu sanki dünyanın en önemli meselesini anlatır gibi heyecanlıydı. Evet, hıhı, tabiki, teşekkürler gibi sözlerin ötesine gidemiyordum. Etrafı ile küsenlerin kelime dağarcığı körelirmiş, bunu anladım. İster istemez sohbet gerçekleşmeyince karşılıklı iyi günler dileyip telefonu kapattık. Çok terlemiş olmam ya da üzerime başıma sinekler konuyor olması bile umurumda değil bir şekilde oturmama devam ettim. Telefon elimde aynen kapattığım şekilde duruyordu. Sanırım beş on dakika filan geçmişti ki yine bir zil sesi ile irkildim. Arayan yine aynı numara idi. Parmağım nasılsa halen tuşların üzerindeydi, hemen basıverdim. Tekrar aradığı ve rahatsızlık verdiği için özür dileyerek başladı sözlerine. Sesimdeki sakinlik ve konuşmalarımdaki durgunluk dikkatini çekmiş, kafasını kurcalamış bu sebeple tekrar aramıştı. Önceleri bazı sorunlarım olduğunu ve keyfim olmadığı bahanesi ile kapatmak istedim telefonu. Ama sorunumun ne olduğunu öğrenme konusunda hayli ısrarlıydı. Gerçekten konuşmak istemiyordum. Son günlerde yaşadıklarım sanki vücudumdaki bütün sinirlerimi uyuşturmuş, beni sakin ve halsiz biri yapmıştı. Aynı şeyleri jandarmaya, savcıya, komşulara, işverenlerime ve meraklılara anlatmak bana yaşadıklarımı her defasında tekrar yaşatıyordu. 

-"Yangın geçirdim. Büyük, taşınması zor olan eşyalarım dışında herşeyim yandı. Anılarım, müzik arşivim, kitaplarım, fotoğraflarım, giysilerim, ayakkabılarım, çarşaflarım, sofra bezim, mutfaktaki mercimeğim, unum, şekerim, biriktirdiğim birkaç kuruşum, birkaç altın takı, banyodaki lifim, aklına gelebilecek herşeyim yandı" dedim. 

     Kısa bir sessizlik oldu. Belli ki beklemediği bir açıklama idi benimkisi. Ne diyeceğini bilemez şekilde nefes alıp veriyordu. Ses tonunu alçaltarak, çok sakin bir şekilde;

-"Üzülme! Giden gitmiş, olan olmuş artık. Herşeyin en yenisine, iyisine sahip olursun Allah'ın izni ile. Şimdi ben Cuma akşamı için otobüste yer ayırtacağım. Cumartesi yanında olurum. Olan biteni uzun uzun konuşur, bundan sonrası için birlikte çözüm ararız. Şimdi telefonu kapatıyorum. Bir iki saat içinde tekrar arayacağım. Mutlaka birşeyler ye ve dinlen" dedi ve kapattı.

     Son günlerde o kadar çok telkin ve nasihat dinlemiştim ki konuşma benim için çok fazla şey ifade etmemişti. 

NOT:"Çifte Kavrulmuş Küçük Renkli Lokumlar" adlı çalışmamdan..

   Seda ATALAY




SÖZ VERİYORUM ALLAH'IM


   

 Telefon şakasından takriben iki ya da üç ay kadar sonraydı. Yine bir  pazar günü Neslihan bize geldi. Çay demlemek için kalktım.

-''Otur'' dedi. ''Söyleyeceklerim var.''

Sanırım çok ciddi bir şeydi.  Sürekli gözlerini benden kaçırıyor,  kekeliyordu. Neslihan konuşuyor, ben dinliyordum. Ne anlatıyordu? Anlattıklarının bizimle alakası neydi?  Sanki olay kahramanları tanıdık gibiydi ama bir türlü kimlerdi çıkaramıyordum. Ben diyordu, sen diyordu, Ali diyordu. Ben ve Neslihan'sa, Ali'nin ne alakası vardı. Yok eğer ben ve Ali ise,  Neslihan'ın ne alakası vardı!  Yoksa Neslihan ve Ali miydi? Yok...  yok...  olamaz öyle bir şey.  Henüz daha tanışmadılar bile.  Ama Neslihan, nişan diyor. Yüzük diyor. Dünürlük diyor.

-''Git'' dedim '' git Neslihan''.

    Henüz  söyleyeceği başka şeyler de vardı belli.  Tepkime hazırlıklı görünüyordu. Hiçbir şey söylemedi.  Bir kaç dakika daha oturdu, öylece yüzüme baktı.  Gözlerimi, gözlerinden ayırmadım.  Söyleyecek bir şey yoktu. Oturduğu bir kaç dakika yıllar gibi gelmişti Neslihan'a farkındaydım.  Bağırıp çağırmamı, hatta kendine vurmamı bekliyor gibiydi. Öylece baktım yüzüne. Ölülere bağırılmaz... vurulmaz ki!..   

     Sanırım bazı şeylerin sonundayım. Peki  şimdi ne olacak?Hayallerimdeki küpür gelinlik ne olacak? Yumurta topuk, üstten bağcıklı beyaz İtalyan ayakkabıları şimdi Neslihan mı giyecek? Annemin para ile ördürttüğü danteller, işlettiği kanaviçeler ne olacak? Kim kullanacak? Ya benim her bir nakışında kurduğum hayallerim, kendi el emeklerim sandıkta mı kalacak? Onlar sararır zamanla. Şeytan işer benek benek. Oysa ben çok emek verdim onlara. Neslihan mı alacak? O mu kullanacak bilemedim şimdi. Ben hiç başka bir erkeği düşünmedim ki bugüne kadar. Başka bir erkek için hayal kurmadım ki!.. Bu saatten sonra Ali'den başkası için gelinlik giyersem bu bir ihanet olmaz mı? Ali için hayaller kurarak işlediğim nakışları başka bir erkeğin yatağına serer isem, ona ayıp olmaz mı?   Peki bundan böyle arkadaşıma gidiyorum diye evden çıkıp kiminle buluşacağım? Kimin için süsleneceğim? Herkes artık bana zavallı gözü ile bakacak. Arkamdan konuşacaklar. Kimbilir kimler gülecek halime. Ne kadar çok soru sorulur şimdi bana. Ya ben kendime sorular sorarsam! Nasıl cevaplarım ben sorularımı? Şimdiye kadar takıldığım herşeyde Neslihan vardı hayatımda. 

     Şimdi ne olacak? Başıma korkunç bir ağrı saplandı. Sanki içini birileri oyuyor. Sanki fareler kemiriyor. Sanki erimiş de yere akıyor. Uyanmak istiyorum en çok şu an. Ne kadar kötü bir kabusun içindeyim. Olmayacak şeyler işittim en yakın arkadaşımdan. Bu kesinlikle kabus olmalı en zayıf noktamdan vuran. Evet evet bir kabus. Yoksa Neslihan nereden bilsin benim sevgilimi. Ona bahsetmiş olsam da henüz tanıştırmadım bile. Evet bu kesinlikle kötü bir kabus olmalı. Üzerim açık mı uydum acaba! Yoksa sofradan kalkınca elimi yıkamadan tuvalete mi gittim ki görüyorum bunları. 

     Söz veriyorum Allah'ım bunların hiçbiri bir daha olmayacak. Söz veriyorum Allah'ım lütfen uyandır beni ve bu bir uyarı de. Söz veriyorum Allah'ım!..

NOT: Kızartma Tadında İhanetler kitabımdan..

   Seda ATALAY






Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...