AYTEN

AYTEN
      Yetmişine merdiven dayamış ışıl ışıl bakışları gencecik bir adam. Sanki dünya umurunda değilmişçesine giyiyor spor ayakkabılarını sabah bir çıkıyor, hangi saatte nerede arada bul. 

-"Dünyayı ben kurtaramam ama pencereme gelen kumruları kurtarırım."


diyor. Hergün kumruları için fazladan ekmek, simit, poğaça alıyor. Yem alıyor. Sevgi dolu gülümsemesi içimi ısıtıyor adeta. 


-"Yalnız yaşıyorsunuz güya ama hiç yalnız görünmüyorsunuz maşallah."

-"Hergünüm o kadar dolu dolu oluyor ki akşam yatağımı yorgunluktan zor buluyorum."


diyor. Ardından büyük bir kahkaha atıyor. Eşinden bahsediyor biraz. Eşini on yıl kadar önce kaybetmiş. Ardından bir kaç beraberlik yaşamış. Hepsinden tek tek konuşuyoruz. Her birinden sevgi ve övgüyle bahsediyor. Ayrılıklarında hiç kavga yaşamamış. Zaten hayatına kavga diye birşey sokmamış. Gülümsüyor ve;


-"Hepsi de kendilerine evlenme vaadiyle yaklaşmadığım için ayrıldılar benden ve hepsi de başkalarıyla evlendiler. Sanki eşimin ölümünden sonra bir başkasıyla evlenmek ihanet gibi geldi bana."


diyor. Telefonunu çıkartıyor ve herbirinin kaydettiği fotoğraflarını gösteriyor tek tek. Hepside çok güzel, alımlı kadınlar.


-"Peki eşinizi anladım çok sevmişsiniz. Güzel yıllarınız geçmiş. Vefalı çocuklarınız, güzel torunlarınız olmuş. Ya aşk..?


"Seni seni" dercesine parmak sallıyor. Ardından yüksek bir kahkaha. Çayından bir yudum alıyor. İlerideki ağaçlara doğru çeviriyor kafasını uzaklara, taa ağaçların çok daha uzaklarına dalıyor gözleri. 


-"Deniz bu tarafta, manzara bu tarafta."

diye takılıyorum. Aynı anda yine çok büyük bir kahkaha sesi yükseliyor bizim masamızdan.

-"Deniz bu tarafta ama ağaçlar öte yanda. Sen hiç denizin üstüne kalp çizip, içine de sevdiğinle adınızın baş harflerini yazdın mı?"

-"Vuuu diyorum; bana sanırım buradan bir aşk hikayesi çıkacak."

-"Yazacaksan anlatırım. Ama söz ver mavi renk yazacaksın."

-"Neden mavi.? Hayaller pembe, aşk kırmızıdır oysa..!"

-"Aşkı yaşarsan kırmızı olur. Hayallerde kalırsa pembedir. Kavuşulmamış her aşk mavidir tıpkı gökyüzü gibi uçsuz bucaksız.."


Sözler dudaklarımın arasına sıkışıp kalıyor adeta susuyorum. Devam ediyor..

-"Sen edebiyatcısın. Bilir misin Ayten'i? Bir şiir.."

-"Bilmez miyim hiç..  Ümit Yaşar Oğuzcan.. Okumaya başlıyorum;
                                          Videoya tıklayıp AYTEN şiirini dinleyebilirsiniz
Gözleri dolu dolu dikkatle dinliyor ve;

-"Köyden liseyi okumam için kasabaya taşınmıştık. 1950 lerin sonları 1960 ların başları filan. İlk gördüm aşık oldum. Babası başsavcıydı. Bir süre sonra arkadaş olduk. Daha ilk gün bu şiiri okudu bana. Hayatımda duyduğum ilk şiirdi."

-"Etkileyen sizi şiir miydi, kız mı?"

-"Bilmiyorum. Ama ikisi de sanki bir bütündü. Üniversitede de sürdü arkadaşlığımız. Evlenecektik, sözleşmiştik. Hatta cahil cesareti bu ya; gidip babasından bile istemiştim. Allah'tan okullarımızı bitirmemizi şart koşmuştu. Okul bitince askere gittim. Çok mektuplaştık önceleri. Sonraları yazmayı ben bıraktım. Farklıydık. Birlikte yapamazdık. Askerlik bitince de hanımımla tanıştım. Daha çok bana uygundu. Onunla da aşk yaşadık. Evlendikten sonra bir kez babasıyla karşılaştık. Konuştuk ama hiç kızından söz açmadı. Ben de soramadım. Hanımım yaşıyorken onu hiç düşünmedim dersem yeridir. Hanımımı kaybettikten beş altı sene sonraydı. Memlekete gitmiştim. Onunla irtibatta olan biri vardı. Onu buldum. Sordum. Evlenince İstanbul'a yerleşmiş. Bir kızı varmış. Bir sene önce de vefat etmiş. İçim çok acıdı o gün. Eve geldim. Hani internette şu şiir videoları oluyor ya; onları araştırdım. Buldum Ayten şiirini. Dinledim."

     Çayından bir yudum daha aldı. Göz pınarları ıslanmıştı. Yine de gülümsüyordu. Gözlerini küçük parmak dokunuşlarıyla kuruladı. Sordum;

-"Şimdi bu gözyaşlarınız hangisine. Bir gözünüz eşinize, diğer gözünüz de o bayana mı?"

-"Hayır. İkisi de sana.."

-"Neden?"

-"Senin gibi bir güzelliğin bu genç yaşındaki yalnızlığına. Bu ihtiyarın aşk hikayelerinde kendi hikayelerini arayışına.."

-"..........................."

  Seda ATALAY








KARDAN ADAM

KARDAN ADAM
          Henüz dört buçuk-beş yaşlarında filandım. Yeni uyanmıştım. Evimiz Sinop'un Gerze ilçesindeydi. Anneannemler ile birlikte yaşamaya o yıl başlamıştık. O yıl kaybetmiştik babamı. Evimiz iki katlı bahçeli bir ev idi. Kapısının önünde kocaman bir ıhlamur ağacı vardı. O sabah, üst kattaki yatak odamızdan aşağıdaki oturma odasına geldiğimde; anneannem sobamızı yakmış, kahvaltıyı hazırlamış ve uyanmamızı beklemişti. Beni odanın kapısında görünce yanına çağırdı. Bir bardak ıhlamur almış, pencerenin önüne oturmuş dantel örüyordu. Gittim yanına.. Tül perdeyi araladı ve camdan dışarısını gösterdi. Dışarıda daha önceden hiç görmediğim çok ilginç şeyler oluyordu. Havadan pamuk mu yağıyor desem... Un mu yağıyor desem... Yoksa bilmediğim başka birşey mi? Yağan o gizemli şeyler yerde kalın bir tabaka oluşturmuştu. İyi birşey miydi, kötü birşey miydi karar verememiştim ama güzel görünüyordu. İstanbul'da doğmuştum ve iki buçuk yaşıma kadar orada yaşamıştık. İstanbul ile ilgili hatıralarım silik soluktu. Daha sonraki yıl Osmaniye'de babamın ailesi ile birlikte idik. Osmaniye ile ilgili çok şey hatırlıyordum ama oradayken hiç havadan beyaz beyaz şeylerin döküldüğüne tanık olmamıştım.

     Evimizin önündeki bahçenin ötesinden geçen yolda teyzelerim ve mahallenin gençleri toplanmış bir şeyler yapıyorlar, gülüşüyorlardı. Çok mutluydular. Kardeşimle onların yanına gitmek istedik. Anneannem üzerimizi sıkı giyinmek şartı ile sokağa çıkmamıza izin verdi bir süreliğine kahvaltıya kadar. Çok mutlu olmuştum ilk anda. O beyaz şeyler dizlerimin hizasını geçiyordu, bastıkça da içine gömülüyordu ayaklarım. Çok da soğuktu. Kardeşim hiç umursamadı, keyfini çıkartıyordu. Benim ise ilk mutluluğum kabusa dönüşmüştü adeta. O yumuşak, soğuk beyaz şeyin üzerine basmak işkence gibiydi.


     Mahallenin gençlerinin yaptığı şey çok ilgimi çekmişti. Muhteşem bir şeye benziyordu. Sanki kocaman bir adamdı. Ona kıyafetler giydirdiler. Birisi bir yerden uzun saplı bir süpürge bulup getirdi, kolundan geçirdi. Burun yerine havuç taktılar. Gözlerini kömürden yaptılar. Başına bere taktılar. Boynuna kaşkol doladılar. Sanki mantosu varmış gibi gövdesine düğme yerine kömür parçaları dizelediler. Bence dünyanın en güzel sanat eseri olmuştu çocuk kalbimle. Ayağımın üşüdüğünü bile umursamıyor, öylece izliyordum. 


     Yolun tam ortasındaydım, kardan adamın çok yakınında. Boyu benimkinden bile yüksekti. mutluluktan kalbim pır pır atıyordu. Uzun zamandır beni mutlu eden tek şey bu olmuştu. Bunu yapan teyzelerim ile mahallenin diğer ağabey ve ablaları oldukça kalabalıktı. Hepsi yere eğildi, o soğuk beyaz şeylerden birer parça alıp ellerinde yuvarlatarak toplar oluşturdular. Sonra da yolun diğer karşısına geçip o muhteşem şeyi topa tuttular Artık bir adam olmaktan çıkmış, bir kar yığınına dönüşmüştü. Benim bakmaya doyamadığım o güzel şeyi yok etmeye nasıl da kıyabilmişlerdi!... Üstelik emekle ve zevkle yapan da kendileriydi. Sanırım bu benim ilk hayal kırıklığımdı. 


     Sonra hayatım boyunca şunu anladım ki; insanlar emek emek çoğalttıklarını, emek emek sevdiklerini kendileri yok etmek istiyor. Nasılsa yiteceğinden emin!...

Seda ATALAY






Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...