NACİYE EVDE Mİ?

NACİYE EVDE Mİ?
       Bu sabah apartmanın girişinde karşılaşıp, selamlaştığım teyzenin sorusu şu:

-"Naciye evde mi?"

-"Bilmiyorum teyzeciğim. Siz isterseniz ziline basın."

Teyzenin bakışları bir hayli şaşkın;

-"Kızım sen bu apartmanda oturmuyor musun?"


       Teyze haklı. Bunun gibi insanların bu tarz konuşması beni asla kızdırmaz. Hatta saygı duyarım. Çünkü onlar; komşuluk, arkadaşlık ilişkilerini hala eskisi gibi yaşayan ve yaşatan insanlardır. Benden de aynını bekliyor olması pek doğaldır. Apartman bu! Naciye Teyze hangi dairede oturur, kimdir bilmek gerek. Sonuçta aynı apartmanda oturmanın getirdiği ortaklıklar var. Aynı kapıyı kullanıyoruz, ortak bir anahtara sahibiz, binanın mali giderlerlerini bölüşüyoruz. Ama birbirimizi tanımıyoruz. Üstelik binaya taşındığımdan bu yana bir sürü bayram ve kandil yaşadığımız halde.



       Naciye teyzeyi de hatalı buluyorum. Eskiden mahalleye ya da binaya yeni biri taşınınca bir hoşgeldin ziyareti yapılmaz mıydı? Bir tabağa pişmiş yemek konup ihtiyaç sorma bahanesiyle tanışmaya uğranmaz mıydı? Tabii yine her zaman olduğu gibi yol boyunca gideceğim yerden ziyade, gidiverdim çocukluk yıllama..



       Hatırlıyorum da o yıllarda cep telefonu yoktu. Hatta ev tipi kollu telefonlar vardı. O bile her sokakta en fazla bir ya da iki evde olurdu. Buna rağmen haberleşme şimdiye göre çok daha güçlü ve bir o kadar da ilginçti. Örneğin: Birisine misafirliğe gittiniz ve ev sahibi evde yok. Kapıya terlik, odun, taş vesaire yaslanırdı. Bunun anlamı "geldim, bulamadım" demekti. Bazı kimselerin kendine has kendini belli etme işaretleri vardı ki konu komşuya sormadan kimin gelip gittiği anlaşılırdı. Kimininse kendine has kapı tıklatma ya da zile basma tarzı vardı. Bunlar çok önemsenirdi.  Komşulara evde olmayacağınız zamanlar önceden çıtlatılır, siz yokken onların kapı ve pencerelerinizi gözetmesi sağlanırdı. Eğer mahalleden biri gurbete gidecekse, mutlaka yolluk hazırlanır, cebine üç beş kuruş harçlık sokuşturulurdu. Gideceği eve ise meyve, turşu, peynir, kırma zeytin gibi yöresel hediyeler gönderilirdi. Çaybahçesine gidileceği zaman rezervasyon mutlaka yapılırdı. Bunun yöntemiyse; Önceden bir iki çocuk gönderilir güzel yerden masa kapıp, büyükler gelinceye kadar kalkmamaları tembihlenirdi. O masa o akşam rezerve olarak kabul edilirdi. İnsanlar pişirdiği yemek her ne olursa olsun komşusuna mutlaka tattırırdı.



       Şimdi herkes kendi halinde. Kimse kimseyi tanımıyor oturduğu binada, sokakta, çalıştığı iş yerinde. İşin en kötü yanı ise kimsenin kimseyi tanımaya, ihtiyacını bilmeye bildirmeye tahammülü kalmamış. Herkeste bir yorgunluk, bir bezginlik var. Kimse kimsenin ne halde olduğu ile ilgilenmiyor. Adeta herkes birilerinden kaçıyor ve işin en ilginç yanı ise bunun adı özgürlük olmuş. Oysa özgürlüğümüz her cebe bir telefon girdiği gün bitmiştir. Teknolojiyi hart hurt kullanmayı meziyet zannettiğimiz andan itibaren iletişim adını verdiğimiz eylem sevimsizleşmiştir. Şimdi ise kurduğumuz yalandan özgürlüğümüzden kaçacak sahil kasabaları arar olduk. Koşa koşa satın aldığımız süper lüks apartman dairelerinden bile bıktık. Bahçeli evlerin hayalini kuruyoruz. Hatta bahçeli evlere dönüş yapmakla yetinmeyip; meyve ve sebzemizi de kendimiz yetiştirme planları yapıyoruz bilirmiş gibi. Hayallerimizi mutlaka bir karabaş, birkaç tavuk, hindi, asma altında bir çardak ve sarman kedi süslüyor. Tatil için kızgın kumsalları, vücutlarımızı güneşten kavurmayı matah zannederken; şırıl şırıl derelerin aktığı yaylaları tercih eder olduk bile. 


       Ah bir de birilerinden söz açıldığında "o bende ekli" ya da "ekli değil" diyerek arkadaşlığı sosyal medya üzerinden algılamayı bıraksak iyi olacak!

     Seda ATALAY








2 yorum:

Seda'nın Kalemi

SEVGİLİ ÖMER

Sevgili Ömer, Bugün doğum günün, ben seni aramayacağım. Kutlamayacağım... Ömer,geçenlerde seninle ilgili bir haber öğrendim ve numaranı...